DIZGUN (DÜZGÜN) BABA VE DAĞ KEÇİLERİ MİTOLOJİSİ
DIZGUN (DÜZGÜN) BABA VE DAĞ KEÇİLERİ MİTOLOJİSİ
Dizgun (Dizgûn/Duzgi) ve Dağ Keçileri Dersim’de anlatılan en önemli mitolojik hikâyelerden biridir. Filozofların dediği gibi her varoluşun bir anlam ve nedeni vardır, hiçbir oluşum sebepsiz var olmaz. İnsanlar bilmeli ki evrenin kendisine göre bir prensibi ve adaleti vardır. Dersim`deki mitolojik hikayelerin hepsinde de bir adalet ve prensip vardır.
Dersim ve Mazgirt’te çoğunlukla Dağ Keçileri ile ilgili üç hikaye varyasyonu vardır:
1-Dağ keçileri Hızır’ın keçileridir
2-Dağ keçileri Ana Fatma’nın keçileridir
3-Dağ keçileri Dizgun’ın keçileridir
Burada anlatacağımız Dizgun’ın Dağ Keçilerinin hikayesidir. Bu hikayeyi doğru anlamak ve anlatmak için hikayenin yaşandığı zamana gitmeliyiz. Hikayenin geçtiği zamanlarda bu bölgede kimler yaşıyordu, hangi diller konuşuluyordu ve Dersim’deki inançlar nelerdi?
Hikayenin yaşandığı zamanlarda Dersim’de yazılı edebiyat yoktu veya çok azdı. Günümüze ulaşan tüm hikayeler ve yaşanmışlıklar sözlü anlatımlar ile aktarılmış ve korunmuştur. O zamanki hikayelerin çoğu Baba Mansur (Bamasur) Aşireti ve Kureşan (Kurêşan) Aşireti hakkındadır. Bamasur Ocağı mensupları Kurmanci, Kureşan Ocağı mensupları Kırmancki(zazaki-dimilki) konuşurlardı. Ne kadar farklı diller olarak gözükse de her iki dili kullananlar birbirleri ile rahatlıkla konuşur ve anlaşırlardı. Çünkü bu dillerin kökeni aynıydı. Dersim’de ve Mazgirt’te herkes Baba Mansur ile Kureş arasındaki keramet büyüklüğü yarışını bilir: Kurêş bir ayıya gem vurup binmiş ve kamçı olarak siyah bir yılanı eline alarak Darıkent’e(Moxindî) doğru yola çıkmış. Bu kerameti duyan ve o sırada kendisine Darıkent’e ev yapan Baba Mansur, Kurêş’i kendi kerameti ile karşılamak istemiş. Yaptığı duvara binerek “Yürü ya duvar!” diyerek, yürüyen duvarla Kurêşî Moxindî’nin girişinde karşılamış…
Dersim’deki tüm aşiretler Kurmanci ve Kırmanckiyikullanarak anlaşmışlardır. Dersim’in bütün aşiretleri gibiBamansur ve Kurêş aşiretleri de Alevi(Rêya Heq/Raa Heqî) inancına mensuptur. Bu yüzden Sünni Osmanlılarla iletişim kurmamışlar ve bir nevi özerk yaşamışlardır. Osmanlı Dersim üzerine ne kadar sefer yapsa da başarılı olamamıştır.
Dersimlilerin büyük çoğunluğu Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar askere gitmiyor ve vergi vermiyordu. Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar dersimde kimse Osmanlıca ve Türkçe bilmiyordu ya da sayılı çok az kişi biliyordu. Dersim ve Mazgirt’te okul veya medrese yoktur. Mazgirt’te sadece Akpazar’da(Pêr) Ermenilerin gittiği Ermeni okulu vardı. Mazgirt’te okuma yazma öğrenmek isteyenler Elazığ’a(Harput/Xarpit) giderdi. Çünkü okul-medrese Harput’ta vardı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ise özellikle de 1938 Dersim Tertelesi’nden sonra alelacele her bölgede hatta her köyde okullar açılmaya başlanmıştır.
Burada anlatmak istediğimiz Dizgun ve Dağ Keçilerinin hikayesinin doğrusuna ulaşmak istiyorsak Dersim’deki Kurmanci ve Kırmancki anlatımları dinlememiz gerektiğidir. Burada anlatacağım Dizgun ve Dağ Keçilerinin hikayesi 1990’larda hiç Türkçe bilmeyenlerin anlatımlarıdır. 1990’larda ben üniversite öğrencisiydim ve bu hikayeyi merak ederdim. Mazgirt’e köyüme gittiğimde bu hikayeyi dedeme neneme ve o dönemin yaşlılarına sorardım ve onlar bu hikayeyi Kurmanciolarak anlatırlardı. Öğrenci olduğum 1990’lar ve öncesinde de Dersim’de yaşayanların çoğunluğu siyasi olarak Türk Sol hareketi içinde yer alıyordu ve kendilerini sosyalist olarak tanımlıyorlardı. Bu nedenle sosyalist olarak dini söylemlerden ve mitolojik hikayelerden uzak dururlardı. Bu da Dersim’deki mitolojik hikayelerin 1980-1990’lardan sonra sahiplenmemesine ve günümüze de doğru aktarılmamasına neden oldu.
O dönemde Dersim’de ve Mazgirt’te anlatılan Dizgun Baba ve Dağ Keçilerinin hikayesi anlatımında bazı farklılıklar olsa da özünde aynı hikaye anlatılırdı. Hikaye şöyleydi:
‘’Kurêşan ocağında Kurêş adında biri vardı. Halk arasında Kurêşê Kûr olarak bilinirdi. Kûr Kürtçe’de derin anlamındadır. Kurêşê Kûr lakabı da halk arasında becerikli, bilge-bilgili, saygın kişi olarak kullanılırdı. Kurêşî Kûr, Zevêköyünde yaşardı. Keçilerine daha iyi bakabilmek için Zevêköyünün Zargovit Tepesi’nde bir ev ve ahır yapar. Keçilerin bakımı koyun ve sığırlardan biraz farklıdır. Koyun ve sığırlar kış aylarında kar yağdığında ahırda beslenip bakımı yapılırken keçiler kar yağsa bile dışarı çıkarılır, ormanlık meralarda meşe ağacının tomurcukları ile beslenebilir. Kış aylarında bu beslenme yeterli gelmediği için ayrıca ahırda çılo denilen kurutulmuş meşe ağacı yaprağı, saman, ot ile de beslenir.
Kurêşê Kûr’un Sey Haydar(Seyit Haydar/Sayder) adında evin çobanlığını yapan bir oğlu vardır. Sey Haydar kışın karda bile keçilerini meraya götürür besleyip akşam eve getirirdi. Karın çok yağdığı o kışta bile başkalarının keçileri eve aç gelirken Sey Haydar’ın keçileri eve hep tok dönerdi. Kurêşê Kûr oğlu Sey Haydar’ın zemheri kışında bile keçilerini yaz aylarındaki gibi nasıl iyi beslediğini, nasıl keçilerinin eve tok döndüğünü merak ederdi. Kurêşê Kûr bir gün keçilerin beslendiği meraya gizlice gider. Meraya vardığında görür ki oğlu Sey Haydar,sopasını hangi meşe ağacının dalına değdiriyorsa dal yeşeriyor, yaprak açıyor ve keçiler oraya toplanıp yeşeren yaprakları yiyerek besleniyor. Kurêşê Kûr bunu gördüğünde gizlice eve geri dönmek ister. Tam döneceği sırada keçilerden biri (bizina kol) onu fark eder ve birkaç kez hapşırır. Keçisi hapşırınca Sey Haydar babasının lakabını kullanarak keçisine “Ne oldu, Kurêşê Kûr’u mu gördün?(Ma te Kurêşê Kûr dît?)” diye seslenir. Keçinin baktığı yöne döndüğünde babası ile göz göze gelir ve babasına ismi ile hitap ettiğini babası duyduğu için çok utanır, mahçup olur. Çünkü Dersim’de hiç kimse babasına adı ile hitap etmez. Oysaki Sey Haydar, keçisi ile konuşurken babasının lakabını söylemiş ve babası bunu duymuştur. Ayrıca babası da keramet (doğaüstü güç) sahibidir ve Sey Haydar genç yaşında babasından izin almadan kerametlerini kullanmaya başlamıştır. Bu utanç ve mahcubiyetile keçilerini orada bırakarak üç adımda dağın zirvesine çıkar, ortadan kaybolur, sır olur.’’
Dersim’deki inanışa göre keramet sahibi insanlar, sahip oldukları doğaüstü güçleri ortaya çıktığında artık insanların arasında yaşayamaz ve sır olarak ortadan kaybolurlar. SeyHaydar’ın burada kerameti ortaya çıktığı için keçilerini bırakarak üç adımda dağın zirvesine çıktığı ve sır olduğuna inanılır.
Kimi anlatımlarda da babası Kurêşê Kûr, oğlu Sey Haydar üç gün eve dönmeyince Sey Haydar’ın musahibini yanına gönderdiği söylenilirdi. Sey Haydar’ın yanına giden musahibi Sey Haydar’ın bir mağarada niyaz ettiğini görür ve babasının onun eve dönmesini istediğini söyler. Sey Haydar musahibine“Benim durumum iyidir, babam beni merak etmesin.” der ve eve dönmeyi kabul etmez. Kırk gün o dağda niyaz ettikten sonra bir daha kimse onu görmez, ortadan kaybolur, sır olur. Dersimliler Sey Haydar’ın görünmese sır olsa dahi hala o dağda var olduğuna ve yaşadığına inanırlar.
Bütün anlatımlar Sey Haydar’ın o dağda sır olduğu üzerinedir. Sey Haydar’ın sır olma aşamasına ve içinde bulunduğu yeni durumuna DIZGUN denilmiştir. Böylece Dizgun SeyHaydar’ın sır olmasından sonraki adı olarak kabul edilmiş. Sır olma durumu; keramet sahibi olanların bir üst aşaması olan Tanrı’ya yakınlaşmayı anlatır. Dersim’de hikayenin değişikanlatımlarında hikaye kahramanı “DIZGUN, DIZGÛN, DIZGAN, DIZGIN, DIZGON, DIZGI, DUZGΔ olarak da tanımlanır. Her ne kadar duyduğumuz bu tanımlamalar fonetik olarak küçük farklılıklar gösterse de kelime kökünden uzaklaşmamıştır.
DIZGUN kelimesi iki farklı anlam taşıyan kelimenin birleşmesinden oluşmuştur. Kürtçede iki farklı anlam taşıyan kelimenin bir araya gelmesi ile farklı anlam taşıyan yeni bir kelime oluşturulabilir.
DIZGUN kelimesi DIZ ve GUN’dan oluşmuştur. DIZ (diz); saklanmak, gizlenmek, hırsız ve kimsenin görmediği(sır)anlamındadır. Burada ‘’diz’’ gizlilik ve sır anlamında kullanılmış. Örnek: Ez bi diziyan hatim mal( ben saklanarak eve geldim ya da ben gizlenerek eve geldim). GUN (gun) ise, can, hayat, yaşam, ruh anlamındadır. Kirmanckî sözlüğüne baktığımızda gun, gan, gani, can, gian aynı anlamdadır. Örnek: Bir insan aniden korkunç bir olayla karşılaştığında Kürtçede o kişiye, gun ji te çû(benzin gitti ya da can sende gitti), gun ji te sar bû (benzin soğudu) ya da gun ji te zer bû(benzin sarardı ya da canın sarardı) denilir. Örneklerden de anlaşıldığı gibi iki farklı kelimeden oluşan DIZGUN(Dizgun) kelimesi, sırra ermiş can, gizemli yaşam, gizemli hayat, kimsenin görmediği hayat anlamını verir. Ve bu bölge ve dağa da Dizgun Dağı (Çîyayê Dizgun, Koyê Dizgun, KemerêDizgun) adı verilmiştir. 90’lı yıllara kadar Dersim’de hiçkimse Dizgun Baba olarak burayı adlandırmamıştı ve “Baba”lakabı da kullanılmamıştı. Tanrı katına yaklaşmış, sır olmuş, ermiş kişiler “Baba” lakabı ile anılmazlar. Çünkü baba lakabı yaşayan kişilere atfedilen, onlara güven saygınlık kazandıran bir nitelemedir. Bu dünyada yaşadığına inanılmayan sır olmuş ermişlere baba tanımlaması kullanılmaz. Çünkü baba tanımlaması ermişlerin mertebesini yükseltmez. Bu nedenle son 30-40 yıldır kullanılmaya başlanan baba tanımlamasının tekrar değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tekrar efsanemize dönelim: Kurêşê Kûr Sey Haydar’inkerametine tanık olduktan sonra oğluna bir şey demeden evine döner. Sey Haydar da dağa çıkar, keçileri merada kalır. Akşam olduğunda Sey Haydar’ın keçileri kendiliğinden eve gelir. Keçilerin bir kısmı da eve gelmez. O akşam eve gelen keçilerin bugün bizim beslediğimiz keçiler olduğuna inanılır. O akşam eve gelmeyen keçilerin ise bugünkü dağ keçileri olduğuna inanılır. Dağ keçilerinin de Dizgun’un keçileri olduğuna inanılır. Bunlara Dersim’de pezhovî (yabani keçi) yada pezkovî(dağ keçisi) denir. Dağ keçilerinin Dizgun’unkeçileri olduğuna inanılmasından dolayı avlanılması günah ve yasaktır. Dersimliler dağ keçilerinin etini yemez ve yenmesini günah kabul ederler.
Dizgun Dağı Dersim coğrafyasında yaşayanlar tarafından ziyaret(kutsal yer) olarak kabul edilir. Dersim halkı DizgunDağı’na doğru yüzlerini döner, ellerini göğe açarak “Ya Dizgun tu heyî!, Ya Dizgun ti estî!(Ya Dizgun sen varsın)” diyerek duasına başlar, istek ve niyazlarını dile getirir. Çocuğu olmayan evli çiftler bir tane keçi alarak Dizgun Dağı’na giderler. Keçi burada kurban olarak adanır ve eti orada bulunanlara dağıtılır. “Ya Dizgun, tu zarokekî bidî me û me bextîyar bikî! (Ya Dizgun, sen bize bir çocuk ver ve bizi bahtiyar et!)” diyerek Dizgun’den istek ve niyazda bulunurlar. O akşam Dizgun Dağı’nda kalırlar ve uyurlar. Bazıları da evlerine dönerler. Uyuduklarında rüyalarında çocuk görenlerin dileğinin kabul edildiğine ve çocuk sahibi olacaklarına inanılır. Rüyasında çocuk görmeyenlerin de çocuklarının olmayacağına inanılır. Çocukları olduğunda erkek ise ”Dizgun“ adı verilir. Kız olur ise ”Xaskar” adı verilir. Haskar,Sey Haydar’in kızkardeşinin ismidir. Bu nedenle Dersim coğrafyasında yaşayanlar ve Dizgun’un kerametine inananlar arasında Dizgun ismi çok yaygındır. Dersim coğrafyası dışında bu isme rastlanılmaz.
Dizgun ismi Türkçe yazıldığında “Düzgün” olarak yazılır. Dizgun ve Düzgün arasında her ne kadar ses benzerliği olsa da anlamları tamamen farklıdır. Dizgun, Kürtçede sır olmuş kişi anlamına gelirken Düzgün ise Türkçede doğru olan, eğri büğrü olmayan, pürüzsüz anlamını taşır. Düzgün kelimesi üzerinde biraz araştırma yaparsak Osmanlı zamanında da bu kelimenin kullanılmadığını görürüz. Osmanlılarda “Düzgün” kelimesi yerine; muntazam, rabıtalı, insicamlı, menzum, belig, belagat vb. kullanılırdı. Ve hatta Düzgün Kelimesinin Türkçeye son yüz yılda girdiği söylenir. Oysa Dizgun efsanesi kimisine göre bin yıl kimisine göre de bin yıldan daha önce yaşanmıştır.
Yazının bütününde asıl anlatılmak istenen Dersim’in ne hayal gücünde ne de yaşayan dilinde ‘’Düzgün’’ olmayacağı, bunun bir kültür asimilasyonu çalışması sonunda, derin anlamlar ifade eden ‘’DIZGUN’’un, Dersim insanının inanç sisteminde ve dilinde var olması mümkün olmayan ‘’Düzgün’’e nasıl dönüştüğüdür. Yine asıl anlatılmak istenen başta da belirttiğimiz gibi ‘’Dizgun ve Dağ Keçilerinin Hikayesi’’ninancak ana dil ile ifadesini bulabileceğidir. Adorno’nun dediği gibi: ‘’İnsanın ana dili, insanın vatanıdır’’.
Orhan Budak